8 Eylül 2013 Pazar

Nasıl İşsiz Kaldım?

İş hayatında başıma gelenler, çöldeki bedevinin başına gelmemiştir. Zaten eğitim süreci yeterince külfetliyken, iş hayatında biraz rahat nefes almak mimarların hakkı diye düşünüyorum. Çemkirmeye başlayacak olursam durum şu:

Tek tercihim. Ölüyorum mimar olamazsam diye korkudan. İlk senem. 10 sene daha hazırlanmaya razıyım. Öyle yada böyle, ailemle oturduğum müzakerelerle, 4 senede bitirmek koşuluyla yerleşiyorum, "Mimarlık-Mühendislik Fakültesi, Mimarlık Bölümü"ne. Nasıl hevesli ve deliyim anlatamam. 50 kilo başlıyorum okula, 2 ay sonra 38 kilo kalıyorum. Uyku yok, yemek az, sigara çok. Hakaret işitip, projeni savunmayı öğreniyorsun, hisleri mekana dönüştürmenin kıvılcımı düşüyor daha yeni. Aslında (müteahhit kafasında değilse)  her mimarın içinde olan o acemi ve telaşlı hisleri fark edip ehlileştiriyorsun. Başkasının yüklediği sorumluluklarla iş yapmaya alışmışsın o güne kadar. Birey olmanın temel adımı, sorumluluklarını kendin belirlemeyi öğreniyorsun. Her neyse. Bilirsiniz işte. Sonraki seneler de de aynı tempoda çalışmaya devam ettim. Projelerim "hiç proje beğenmez" denen hocalardan A aldı, yarışmalar için aday gösterildi, hocalar yan çizdi kaldı. Yani hevesim hep kursağımda kaldı. Aynı gün aynı saatlerde hem "Yapı Fuarında" hem "Yapı Bilgisi Dersinde" hem "Tarihi Kentlerin Koruma Sorunları Konferansında" olmamız beklendi bizden. Nasıl oldu bilmiyorum ama hepsine de yettik bi şekilde. Boşuna demiyorum Superkız'ım diye. Okul çıkışı yeni AVM'yi görüp, mimari açıdan eleştirmemiz de istendi, AVM içindeki sinemanın akustik sorunlarını incelememiz de, oturup ertesi güne projeyi 1/100 ölçeğe kadar detaylandırıp getirmemiz de. Takıldığımız barda, barmenin yanında durmak farzdı. Anatomik, ergonomik ve psikolojik sınırları kavramak ve tasarlamak için. Hem eskiz çizer, hem içerdik napalım. =)


Sonra ne mi oldu. 18 kişilik bir atölyede 12 kişi kaldık! Hem de bana o A'ları veren hoca bıraktı bizi. Şaka gibi. Adın çıkacağına canın çıksın derler ya. Bi kere kalınca, kara leke yapışıyor insanın alnına. 175x200 maketleri yapan ben değilmişim gibi tembel damgası yedim mi?! Sonra 5 yarıyıl boyunca yalnızca proje dersi aldım.  Böylece okurken iş hayatına atılanların arasına sıkıştım. Staj yaptığım yer, ablam diyeceğim tatlı bir mimarındı. Bana da kapısı hep açıktı, o yüzden ilk senelerde bile parasız pulsuz gider çalışırdım. Sonuç, bugün Marmara Ereğlisi'nden geçerken, "Bu okulun iç mekan çizimlerini ben yaptım, Feza Ablayla beraber seçmiştik." "Aaa Carousel Journey ilk başladığım hafta çizmiştim." "Ahahaha Forum daha şantiyeyken biz rölöve almaya giderdik naber." oldu. Hayatımın en güzel patronu, iş arkadaşlıkları, ürünleri orada çıktı.


Ama mimar kişisi büyük ölçekli projeye alıştığı için, iç mekan bi süre sonra kesmez. Bu kez 4 araç değiştirerek Avrupa yakasının bir ucundan çıkıp, Feneryolu'na (Bağdat Caddesi) gitmeye başladım. Lojistik merkezleri, farbrikalar, tershane ofis birimleri... Ama birkaç sorun vardı. Maaşım zaten 3 kuruş olduğu gibi, bir de zamanında yatmıyordu. Sigorta için aldığı belgeleri kaybeden patronum, personeline gülümsemek hatta günaydın demekten çok uzaktı. 1 maaşımı içerde bırakarak ayrıldım. Düşüncem şuydu: "Mimar insanı ne anlar işletmeden, ticaretten. Ofis idaresinden anlayan bi yerde işe başlamalıyım." Bu kez İstanbul'un diğer ucu Beylikdüzü'nde başladım. Bir Grup Şirketinin, inşaat departmanı olduğu kanısındaydım. Patronum ekonomistti. Bu kez kazıklanamazdım. İnanmazsınız rüya gibiydi. Adıma hemen kart basıldı, belediye başkanı, imar müdürü, hatta milletvekili tanıdım. Öğreneceğim çok şey vardı burada. Ta ki bir gün patron gelip, Irak'ta o anda projesini çizmekte olduğumuz adama "yumurta" ihraç etmek istediğini ve teknikerimi bu konuna piyasa araştırması yapmak için görevlendirdiğini söyleyene dek. Sonra zaten bi daha hiç bişey yoluna girmedi. Ne zaman ki elinde bir çekle karşıma dikilip, "muhasebeciyi de tanıyorlar beni de, o yüzden bu çeki sen tahsil et benim hesabıma yatır" dedi, işte o gün çantamı alıp çıktım. Üstüne gitmedim ama, o rüyanın bi paravan oluğunu da biliyorum. Kısacası ucuz atlattım. 

Ve sonra Mecidiyeköy'de başladım işe. Çok zaman olmadı. 18.00'de biten mesaim 20.00'ye çekildi, habersiz. Sanki bahçede köpeğine attığı topu istermişcesine tavırlar, çizdiğim tertemiz proje yüzünden bile azarlanmalar. İnanmazsınız, günde mutlaka 1avan, 1 belediye projesi çıkartıyordum. Benden mükemmel ötesi olmamı beklerken, maaşımı bile vadedilen günde alamadım. Ofiste yalnız çalışıyorum. Hazırlanacağı söylenen haklarımı gözeten sözleşme, unutuldu. Ofisten 19.30da çıkmak istiyorum yoruldum dedim diye azarlandım. Arife günü çalıştım, geç çıktım, ailemin yanına gideceğim otobüsü kaçırdım. 30 Ağustosta çalıştım. 17.30a kadar projeyi ne tabletten, ne laptoptan kontrol etmeyen insan, o saatte gelip beni kaprisleriyle, özel görüşmeleriyle 19.30a kadar oyaladı. Kapıda sevgilimi, hastanede arkadaşlarımı saatlerce beklettim, çıkmam lazım dedikçe, işim uzatıldı. Öğle aram 15dk'ya kısaldı. Eve 2 saatte dönebildim, yemeğimi hazırladım, yiyemeden uyudum, tükendim. Şimdi buradan da çığlıklar atarak kaçmak üzereyim. Haksızım 15 gün önceden söylemedim. Aldığım maaş, her yerde alacağım kadar.


Karamsarım. Onca eziyetten sonra, birşeyler öğrenebileceğim öğretebileceğim, ait olabileceğim bir yerde çalışmak istiyorum. Görgüsü, terbiyesi, kültür seviyesi bana yakın (en azından bir) insan(lar)la aynı ortamda çalışmak istiyorum. Seyahat engelim yok, kaprisim yok, yakında çocuk doğurma ihtimalim yok, patron arkasını dönünce kaytaran yapım yok. Gel gör ki bugün konuşup, kaçtıktan sonra, yarın sabah artık bir işim de yok.


Not: İşten ayrıldım. 2-3 hafta, iş günlerimi azaltarak çalışmayı ve karşılıklı mağduriyeti önlemeyi öneren patronum, 2 saat sonra fikrini değiştirip yalnız beni mağdur etti. Ne diyebilirim ki, kesinlikle çok iyi oldu.
(Tüm bunları okuyup, "bizim komşunun torunun karısı mimar arıyordu, bi sorayım" diyen olursa CVmi atarım. hea ben evi elden geçiriyorum bi el at diyen olursa da atarım. iletişin benimle yeter ki =)